Saturday, July 2, 2011

Bursa'dan

Dun Bursaya ulastik. 7.45te Sabiha Gokcen Havaalaninda Yusufla bulustuk. 3.5 yil aradan sonra Yusufla TRde bulusmak sukredilesi bir bulusmaydi benım icin.

Sonra ablasi ve annesi ile tanismak nasib oldu. Kardesimin annesi benim de annem.. dualarini hic eksik etmeyen bir annem..
Kahvaltı yaptiktan sonra Pendikten Yalova feribotuna bindik. Yalova Bursa otobusu ile Bursaya ulastik. Bunları nedenmi yazıyorum. Bir gunde hem hava hem deniz hem de karayolunu kullanmak nasib oldu. "Hersey insana hizmet etmekte sen kime minnette.."

Bursa caddelerinde yururken hicbir ayrintiyi kacırmak istemez bir halde etrafa bakar buldum kendimi. Kendimden izler arar gibiydim. 4 yıl boyunca kaldıgım eve vardım. Biraz huzunlendim. Ebediyet derslerini aldıgım yerler huzunden ziyade umıtlı bir hava burakıyor bende..ebediyeti hatırtlattıgından olsa gerek. Gercek umit ebediyetsiz tasavvur edilemezki! Bu halimi her hatıramda yasamak ısterim..duam bu.

15 gun oncesine kadar Bursadan Ankaraya gitme hayali kuruyordum. Simdi gitmeme gerek yok. Fakat kurdugum o hayal Ankaraya gitme nedenimi Bursayada bulastırmama sebep olmus. Hayal ne acaıp bırseyç GErcekten yasanmislıktan farkini anlayamiyorum bazen. Biliyorum biraz soyut konusuyorum. Ama bundan daha iyi anlatabilecegimi de sanmiyorum..

Simdilik bu kadar.
Allaha emanet olun.

Thursday, June 30, 2011

Kisa kisa

Cuma gunu Sabiha Gokcen Havaalani,Istanbul,
ayni gun Bursa'da olacagiz,insallah.
Pazar gunu Uludag Pikniginde bulusmak, simdiden beni heyecanlandiriyor.
Bursayi,hatiralarimi,kardeslerimi ozledigimi farkediyorum.
***
En fazla bir hafta kalir sonra tekrar Cayeli'ne donerim insallah.
Artik yayla zamani geldi. Kackarlarin zirvesine cikma istegim var. Gecen yil bunu basarmis bir arkadasim bana birlikte tirmanmayi teklif etti. Ona katilmak istiyorum, hem de cook.
***
Bugun tamamlandik biliyormusun? Kucuk kiz kardesim Istanbuldan geldi. 4 yil aradan sonra ailece biraradayiz. Alhamdulillah. Artik kocaman kiz olmus. Rabbim,Kendini taniyanlardan eylesin onu..
***
Misafir kusumuz, bugun cok iyi gorunuyor. Kanatlarini kuvvetlendirmesi icin, evde ucus pratikleri yapiyor.
Bu sabah yuvasindan cikardigimizda, kendisini ozenle temizlemeye baslamasi bizi dusundurdu. Nerden cikti temizlenme ihtiyaci? Temizlenmeyi nasil bilebiliyor?
Dun Imam-i Mubin konusunu calisiyorduk. Varlik aleminin onumuzde durdugu hali bize birseyleri sorduruyor : Bu olanlarin arkasinda ilim aramamiz gerekiyormu? Bu ilim varliklarin kendisine verilebilirmi?

Kisacasi,
Kur'an Kainati okuyor..
***
Bu arada Amerikayi ozledigimi de farkediyorum. Insan bu ozlemini dindiremeyecek mi?
Nereyi ariyor benim ruhum? Ordayken burayi, burdayken orayi ozluyorum. carpikliga bakinki her ikisi de ozlemimi tatmin edemiyor..
Vatan-i asli manasi ruhumun aradigi sey galiba..

Selametle.
Said

Tuesday, June 28, 2011

Misfirden.. :)

SA,
Bugun sabahleyin, sefkatli tirmalama sesleriyle uyandim. Sefkatli tirmalamami olur? demeyin.. Fotografini gordugunuz misafirim, artik evde bir yabancili kcekmiyor. Onun icin hazirladigim yuvasindan! cikmis ve koltugun altina girmeye calisiyor. Tahtalarin uzerinde patinaj yaparken, beni de uyandirmis oldu. Olsun.
Cok vefali bir dost o. Hic kizmadimki!
Hem benim mi'racima cok yardimci oldu,biliyormusun?

Bu arada ona neler yedirdigimizden bahsedeyim. Et ve sulandirilmis ekmek. Daha kendi iradesi ile acligini giderecek yontemi annesinden ogrenemediginde, parmaklarimin ucu ile tuttugum yiyecegi havadan annesi getiriyormus gibi yapiyorum, o da ciyaklayarak agzini aciyor ve..boyle iste..:)

Yemegini yerken firsatini bulursam fotografini cekerim, insallah.

simdilik bu kadar.

(Fotograftaki beyazligi lutfen dikkate almayin. Kotu gorunuyor farkindayim :)


SA,
Kur'an talebesi olma gayretindeki bir insanin, Ondan ve onu anlamaya calisanlardan istifade ettigi satirlardir..

Son üç yıldır tedricen Kur'an-ı Kerime yakınlaştığımı hisseder bir haldeyim. Ve bu hal hala devam ediyor elhamdulillah. Devam etmesini istiyorum.
Bu yakınlaşma devresinden önce, zaman zaman sorguladığım bir durumu Hurriyet Gazetesinden Ozdemir İnce'nin* gundeme taşıdığını görünce birseyler karalamak istedim.
Sorguladığım durum derken kastettiğim, Ozdemir İncenin de uzerine yazdığı konu olan, Kur'andaki ayetlerin tarihsel boyutu.
Ilk önce, Kur'andaki manalarla aramdaki en buyuk engellerden birinin mahiyetini ortaya koymaya çalışacağım. Ve daha sonra bu engeli,yine Kur'anın rehberliğinde bu engeli nasil asabilirim'i kendi penceremden ifade etmeye çalışacağım.
Her ne kadar düzenli bir 'Kur'an-ı anlama çalışması' yapmamış olsam da, ayetleri her okuyuşumda "bu tarihi olayı tekrar tekrar okumanın manası ne?" sorusu ile zihnim yorulurdu.
Bu sorunun temelini oluşturan iki önemli noktayı da ifade etmek gerekiyor.
Birincisi; Kur'andaki kıssaların tarihte bir zamanda meydana gelmiş olaylar olduğunu düşünmek
İkincisi; Bu olayların gerçekten olup olmadığı konusunda kesin bir karara varamamak.

Nuh aleyhisselamın gemisi veya Ibrahim aleyhisselamın ateşe atılması...Bunlar şu tarihlerde şurada kesinlikle oldu denilemeyecek olaylardı.
Bu minvaldeki düşüncelerimin, Kur'anın maksadı ile hiç ilgisi olamadığını daha sonra anlayacaktım.

YARATICININ KELAMINA ITIYAC!

Yukarıda izah etmeye çalıştığım halleri yaşarken, Risale-i Nurları soruşturarak okuyan insanların derslerine katıldığım sıralarda, bu sorularımın da cevap bulduğunu farkettim.
Öncelikle insani bir hali takınmak gerekiyordu, Kur'ana muhattap olurken. Onun 'iddiası' , Kelamullah olduğunu söylemesi idi. Ve öyle kabül edilip manalarina o nazarla bakmak gerekiyordu. İnsani hal derken herhangi bir kitaba muhattap olma halini kastediyorum. Geometri kitabı olarak piyasaya sürülmüş bir kitap geometri bilgisi için, Tarihsel olayları anlatan bir kitap tarih bilgisi için okunması gerektiği gibi, Yaratıcının kelamı olduğunu ifade eden kitap ta o gozle okunmalı idi.

Bu konuya bir iki satır ara verdikten sonra devam edelim.

Kur'an ile buluşmaktan önce, insan olarak yani konuşan, anlayan,sorgulayan,ebediyet isteyen,sevinen,üzülen,yaşlanan,hastalanan,ölen...bir varlık olarak konuşan,beni bilen,anlayan,sorularıma cevap veren,ebediyet isteğimi cevaplayan, ebedi olan...kisacasi beni var eden'in kelamına ihtiyacımı farketmem gerekiyor. Bu ihtiyacın verilmesi bir gereklilik olduğu gibi bu ihtiyacı karşılamanın da, yani Yaratıcımın bana konuşmasının da, bir gereklilik olduğunu farketmem lazım. Kainat'ı yaratanın, onu niçin yarattığını, maksadının ne olduğunu bildirmesi gerekiyor. Bu beklenti içinde olmak Kur'anla buluşmanın ilk adımıdır.

Şimdi yukarda bıraktığımız yerden devam edersek,

Kur'ana 'beni ve şu bulunduğum alemi Yaratan'ın kelamı' olarak muhatap olduktan sonra, tasdik yani doğrulama çalışması başlamalı. Bizden iman etmemizi yani emin olmamızı bekleyen bir mesajdan, biz de ikna olmayı bekleriz. Insan boyle yaratılmıştır. Peki Kur'andaki ayetleri tasdik etmek için elimizde ne var? Kur'andaki ayetleri neye bakarak doğrulayacağız, veya reddedeceğiz? İşte bu noktada fiziksel ve ruhsal dünyamız ile birlikte bütün kainat bizim laboratuvarımız hükmüne geçer. Çünkü elimizdeki Kelam,önümüzdeki kainatın yaratıcısının Kelamıdır. Kelamı ile konuşuyor san'atı ile konuştuğunu delillendiriyor.
Bu noktada ifade edilmesi gereken bir başka husus 'dinlerin dogma olduğu' ifadesidir. Kur'an dogmayı reddeder. Yani delilsiz bir iddiayı kabül etmek Kur'anın muhattabına önerdiği birşey kesinlikle değildir. Kur'an, kendi cumlelerini ayet diye ifade eder. Aynı Kur'an varlıkları da ayet diye tabir eder. Bildiğimiz gibi ayet demek delil demektir. Bu gerçekten çok dikkat çekici bir tariftir. O halde Kuranda bize konuşan Zat'ın soylediklerini delillere bakarak tasdik edeceğiz. Eğer yanlışsa reddedeceğiz.

TARİHTE Mi, ŞİMDİ ŞUANDA MI?

Bu başlık altında bir örnek vermeye çalışacağım. Bu örnekle hem Kur'anın şimdi şuanda konuşuyor olduğunu, hem de bazı meal çalışmalarının Kur'anın manalarını tarihselleştirdiğini göreceğiz. Özellikle, çağdaş bir tefsir metodu olan Risale-i Nur metodunun, Kur'anı insaniyete yakışır, makul bir şekilde anladığını göreceğiz.

Enbiya Suresi dokuzuncu ayet (21:9) Ya na rukuni berden ve selamen "Ey ateş serin ve selametli ol" manasindadir. Kur'anda konuşan Zat, varlık aleminde temel bir yer tutan ateşin Kendi emrinde olduğunu ifade ediyor. Ateş veya sıcaklık, sebepler silsilesinde Kainattaki hassas dengelerin en önemlilerinden birisi. Arzımızda, hayatın devam etmesinde olmazsa olmaz bir denge unsuru. Bizim görebildiğimiz en büyük ısı kaynağı ise Güneş. Hem kütlesi bakımından hem de enerjisi bakımından çok büyük bir kuvvet. Her sabah ve akşam, Bir'isi nasıl emrediyorsa o şekilde hareket ettiğini müşahede ediyoruz. Isısının yakıp kavurma potansiyeli taşımasına rağmen, incecik yaprakları incitmeden, hassas bir şekilde ısısını gönderdiğini müşahede ediyoruz.Şimdi Kur'an diyorki gördüğün bu ısı kaynağı bir emir dairesinde hareket ediyor. Kendi başına yapamaz. Hararetli ateşini kendi başına oluşturamayacağı gibi, varlık alemindeki dengeyi de kendi başına oluşturamaz. Hepsi Güneşi yaratan Kim ise O'nun elinde. Bunu gör ve tasdik et! "Ve o sigara kağıdı gibi ince nazenin yapraklar,birer aza-i İbrahim aleyhisselam gibi, ateş saçan hararete karşı "Ey ateş! Serin ve selametli ol" ayetini okuyorlar." (Risale-i Nur Kulliyatı,Sözler,Birinci Söz,s.13 YAN) Bu ayeti(delili) aklı olan herbir insan tasdik eder. Evet gözümle görüyor ve tasdik ediyorum.

Aynı ayetin bazı açıklamalı meallerde, İbrahim aleyhisselamın ateşe atılma anı üzerinden açıklandığını görüyoruz. Burada hangi mealler olduğunu yazmaya gerek yok. Zaten maksadımız da bu değil. Ateşin hazırlanma safhasından bahsedip, ateşin şiddetini anlatan açıklamalar var. Böyle bir okuma Kur'an okuması yani Yaratıcımız ile konuşma sayılabilir mi? Anlatmaya çalıştığımı ifade edebildimmi, bilmiyorum. Bir arkadaşımın ifadesi belki bize daha çok yarımcı olur. "Kur'andaki peygamber kıssaları tarihi olaylardan ders çıkarır gibi okunmaz, oradaki roller bizzat bizlerizdir. Nemrut,Firavun,Ibrahim,Musa..."

Bir kitabı yorumlamak veya bazı bölümlerinin tarihsel arka planını açıklamaya çalışmak, anlama kolaylığı sağlamak için olsa gerek. Veya buna o kitabı okuyanın anladığını paylaşması da diyebiliriz. Fakat mesele Yaratıcının Kelamı yani Kur'an olduğu zaman, acaba kıssaları tarihsellik boyutu ile anlamaya çalışmak veya anlatmaya çalışmak Kur'anın tanımına zıt düşen bir algı oluşturuyormu, diye de sormak gerekiyor. Belkide oncelikle bir Kur'an tarifi yapmak gerekiyor. (Herbir kelimesinin üzerinde uzunca düşünebileceğimiz bir Kur'an tarifi için bakınız Risale-i Nur Külliyatı, Sözler,On Dokuzuncu Söz, On Dördüncü Reşha).
Bu konuda Risale-i Nurların metodunun çok farklı olduğu görülüyor. Benim gördüğüm kadarı ile, Esbab en Nuzul (ayetlerin Peygamber aleyhisselama gönderiliş sebepleri,olaylar) de dahil, Risale-i Nur böyle bir yaklaşım sergilememiş. Yani kıssaları kesinlikle tarihselleştirmemiş. Ki şahsen beni ikna eden tek Kur'an yorumu da bu...Olması gerektiği gibi.

HER AN YARATILAN KAİNAT İÇİN HER AN KONUŞAN KUR'AN

Kur'andaki kıssaların temsiller olduğunu, yani tarih itibari ile bizi ilgilendirmediğini, O'nun şuanda şimdi bizimle konuştuğunu ifade etmek, Kur'anın Ezeli ve Ebedi olan bir Zat'ın kelamı olması durumu ile birebir bağlantılıdır. Kıssaların ne zaman ve coğrafi olarak nerede meydana geldiği hususu 'Yaratıcının Kelamı olan Kur'an okumaları' içinde dikkate alınacak bir husus değildir. Kıssaların tarihsel yonünü incelemek akademik bir çalışma diye kabül edilebilir. Fakat Kur'anın maksadı okuyucusunu ubudiyete davettir. Akademik çalışma namına Kur'andaki kıssalara muhatap olmak farklıdır, abd olarak kıssalara muhatap olmak farklıdır. Birinde zaman ve mekan olarak tarihte yaşarsın diğerinde bulunduğun an içinde Yaratıcın ile konuşursun...

ve bir çağrı

Aslında bu konu, vaktini Risale-i Nur üzerine teksif etmiş olan tahkik ehl-i insanların geniş çaplı bir biçimde çalışması gereken bir konudur. Zira 'Müslümanlar'ın Risale-i Nur gibi bir esere yeterince muhatap olamamasının önündeki en büyük engel 'Risale-i Nur'un Kur'anı Anlama Metodu Nasıldır?' sorusunun cevabının muğlak oluşudur,diyebiliriz. En azından şahsen hissettiğim budur.

Her an yenilenen Kainat için her an konuşan bir Kur'an yorumu Risale-i Nurların satırlarında mevcuttur..

* "tarihte tanri fikrinin dogusu",Ozdemir Ince,Hurriyet,28 Kasim 2010

Monday, June 27, 2011

Misafir :)

Bugun uc zamansiz misafir geldi.
Birincisi, evden cikarken otobus duraginda bulusturuldugumuz bu masum kus.
Ikincisi, arkadasimla cay icerken yanimiza damlayip muhabbetimize alakasiz bir soru ve rahatsiz edici bir uslupla yan masadan ortak olan zat,
Ucuncusu, masamiza davetsiz oturup yaklasik iki dakika boyunca aval aval yuzune baktigim, kirli dislerinin sanatsi gorunumune hayran kaldigim arkadas. Kirdigi findiklari anlatti..

Eve dondunkten sonra taptaze bir heyecanla bu fotograflari cektim. Bu misafir bana insan (!) misafirlerimden daha hikmetli konusuyor, biliyormusun?


Cok sacma bir yuva yaptim. Buyuk abdestini oraya yaptiktan sonra hali uzerinde biraz gezebilir :)

Sunday, June 26, 2011

"Cennet kiliclarin golgesi altindadir"

"Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin. Allah'tan afiyet dileyin. Onlarla karşılaştığınızda ise, sabredin. Bilin ki Cennet kılıçların gölgesi altındadır." (Buhari, Cihad, 22)

Dusmanla karsilasmayi istemeyin:
Insan dusmanini bilse, onunla karsilasmayi istermiki?
Onunla karsilasmayi istemek demek, hirsin galebe calmasi,yani hissi hareket etmek demek mi yoksa cesaretmi,akl-i selime daha yakin muhakemeli davranismi?

Allah'in resulu (a.s.m) bu cumleyi soyledigine gore, beni, getirdigi mesajin ragmina hallere sokan unsurlardir, dusman(lar)im.
Getirdigi mesajin nuru ile nurlaniyorsam, o zaman o nuru-benim dunyamda- karartan herseydir, dusman(lar)im.
Boyle bir dusmanla karsilasmak istemem.
Hislerime hitap eden, beni insan yapan aklimi devreden cikaran hicbir hal ile karsilasmak istemem.

Allah'tan afiyet dileyin:
Yuzumu arzularimin ve kor hissiyatimin saplanip kalacagi seyler'e degil, o seyleri yaratip benim dunyamda da haller yaratan'a cevirmem lazim.
Ondan bekleyebilirim huzuru,afiyeti,akl-i selimimi koruyabilmeyi..matlubumun yaratilmasi gerektigini Ona arzedebilirim.

Onlarla karsilastiginizda ise:
Bir sekilde karsilastirildigim arzularim ve kor hissiyatim namina muhatap oldugum bu sey, muhakememle anliyorumki, dusmanim olarak karsimda..
Belki de bu ikinci karsilasmam.
ilkinden simdiki karsilasmamiza kadar gecen surede muhakememle tartma firsati verildi.
Bu seye ben nefsim namina sahip cikmisim. Yaraticisi ile muhatap ol(a)mamisim.
Ve bu oyle bir hal almiski bende, o seyle karsiilastigimda, arzularim ve kor hissiyatim yine galib geliyor.
Akledemez duruma dusuyorum..

Sabredin:
Halini bilmen demek, dogru olani Rabbinden istemek icin olmasi gereken ilk adim.
Iste O'ndan..
yalniz O cevap verebilir sana.
Sana arzularini,kor hissiyatini,seytanini nefsini zapt edebilecek dirayeti verebilecek olandan iste..
Yani sabret.

Iste bu fiili duadir senin o seyden kopmana vesile olacak.
Simdi bilenmis bir halin var..
Ebediyeti gormeyen kor hissiaytini maglup edebilirsin,
Burhan kilinci var elinde..
ve onu kullanabilecek akl-i selim ve muhakeme..
Simdi indir kilinci ve bitir bu isi..
Cennetten bir lezzet gibi..
Elhamdulillah.

Kuyu (5.12.2009)

(Uzun zamandir aklimdaydi. Fakat simdiye nasipmis. Bazi notlarimi blog'uma aktariyorum. Biraz gaza gelip yazmisim. Cok belli oluyor :)
Hayli zaman oldu yazı yazamıyorum. Belki elli defa, belki daha fazla denediğim halde, her defasında üç-beş satır yazabildim, hepsi birbirinden ayrı konular. Kimisi—bana göre—müjdeli bir haber gibiydi, kimisi tarihî olguların günümüze taşınması (İngiliz müstemlekeler Nazırı Gladstone’un yazdığı dökümanı Türkçe’ye çevirmeyi bile denedim:) vs...

Fakat her defasında beni durduran, sevkimi kiran bir engel çıktı karşıma. Sonradan şükürle yad ettiğim bir engel: Yazmaya niyetlendiğim konuların seçimi ayrı bir mesele, usul veya düşüncelerimi aktarma konusunda kendimi çok hatalı bulduğum bir serüvendi bu yazma denemeleri. Çeşitli olguların kendi dünyamdaki ifadesini paylaşmak insanca ve hakikatçe doğru olanı ise de; benim dışımdakilerin yani bu satırları okuyan sizlerin dünyasında yapacağı etkiyi düşünmekti benim hatam. Böyle davranmayı hakikat noktasında hatalı, hatta ahmakça bir davranış olarak gördüm.


Şüphesiz buna beni iten sebepleri de tesbit etmem gerekiyordu. Yani bir yazma serüveninde gördüğüm, duyduğum, tahkik ettiğim, şüpheye düştüğüm konuları neden kendi penceremden veya bendeki ifadelerinden yazıya dökmüyor ve neden okuyanların dünyasında meydana getireceği etkiye odaklanıyordum?

Çıkardığım sonuç şu oldu: Severek ve istifade ederek okuduğum yazılar, şahit olduğum olaylar şüphesiz kendi âlemimde bir şeyler ifade ediyor ve bazı mânâlar, duygular ondan hasıl oluyordu. Fakat nedense okuduğum yazılardan, sevindiğim veya üzüldüğüm olaylardan dersler çıkarırken nefsime rol vermiyor, hep başkalarında yaptığı veya yapacağı etkilere odaklanıyordum. Bunun sonucunda kendime göre “makbul” saydığım o düşünce ve duyguların taklidini yaşatma hevesi ortaya cıkıyor ve ben de o hevesi kovalıyordum. Bu uzunca bir ipin ucu gibiydi benim için… ucu başka yerlere de uzanan.


Sonra yıllardır okuduğum bazı kitaplarıma döndüm ve baktım; aynı usul(suzluk) orada da cereyan etmekte idi, onu fark ettim. Benim haricimdekileri düşünerek okumak.. kendimi hikâyenin başrolünde oynatamamak.

Meselâ ezberimde olan veciz bir satırı zikredip “O şahıs filan adama karşı şöyle yapmış, filan olaylar onu hiç yıldırmamış; korkmamış hep yoluna devam etmiş” diye yorumlayıp, yıllardır bu yorumu ezber etmişim. Gizliden gizliye müellifin, açıktan olmasa da, kendini methettiğini ima ettiğim bu yorumu dahi hiç düşünmemişim. Nasıl olsa onu övüyorum diye belki… Onun övülmekten kactığını da bildigim halde.

‘İman hem nurdur hem kuvvettir, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir’ ne demekti gerçekten?

“Elle tutamazsın; katlarla arsalarla ölçemezsin; kurbanda gelen bilmem kaç tonluk ete endeksleyemezsin; kurban derileriyle değerlendiremezsin; açtığın okullar, gazetenin tirajı, kurduğun kurumlar, seni bilen insanlar, üzerindeki elbise, yurtışında ve yurt içindeki faaliyetlerin, gördüğün ve gezdiğin yerler… değil kardeşim bu. Bu bir nurdur nur… Kendi âleminde varsa vardır yoksa yok. Elle tutulur, gözle görülür şeyleri imanina ölçü olarak kabul etme” demekti galiba.


Durum böyle iken iman nasıl kuvvet olabilirdi? Kuvvet sahibi olmakta da bir lezzet vardi şüphesiz.

“Hiçbir lezzet onu tahkik etmenin verdiği lezzete eşdeger olamaz, bir sele; bir zelzeleye; ekonomik krize; hükümetlerin değişmesine; hapishane korkusuna; tiraj kaybına; devletin, milletin, okulun, ailenin, dünyanin ve kâinatin üstüne üstüne gelmesine; kâinatın bomba olup patlamasına karşı ‘Sizler birer sebepsiniz, siz kendiliğinden birşeyler yapmaya kudreti ve kuvveti olmayan ‘şey’lersiniz, sizin ipiniz ‘Bir’inin elinde. Ben buna inanıyorum. Ve beni Yaratan’ın bana verdiği en kıymetli aletlerden olan aklımla tahkik ettim ve O’nun varlığına ve birliğine şehadet ediyorum’ dedirtecek bir kuvvettir ve büyük bir keyifitir” diye anlayabilirdim bu vecizeyi. Aklım ve kalbim bu manalari kuvvetle onaylıyorsa, herhalde hakikatin ucunu yakaladım demektir.


“İmanımı tahkik (kendimi ikna etme; hakikati araştırma; doğrulama) benim üstüme vazifedir. Ben neden yaratıldım? Beni bu dunyaya kim ve niçin gönderdi? Benden istediği nedir?” sorularını akletmem gerekiyor. Başkaşından ders alırım, yardım alırım fakat kimseyi taklit edemem bu konuda. Çünkü tahkik aleti bana da verilmiş. Aklımı kullanmam gerekiyor. Bu benim vazifem.

Başa dönersek;


Meyl-i taharri-i hakîkat (hakikati araştırma meyli) taklide kurban gitmemeli. Mukallit durumuna düşmemekle beraber, sözümüzün geçtiğini düşündüğümüz kişileri de taklide yönlendirmemeli; akla kapı açıp ihtiyarı elden almamalıyız.

Bu düşüncelerle kitapları ve olayları okumak hakikati aramak manasına gelir diye düşünüyorum.